İşgücünün Geleceği ya da Geleceğin İşgücü

Geçenlerde okuduğum bir raporla ilgili yazacağım bu hafta. Faydalı bir araştırma ve çok değil, sadece 10 yıl sonra işgücünün nasıl şekilleneceği ve iş hayatının nasıl bir noktaya geleceğini oldukça gerçekçi bir yerden anlatıyor.

Detaylı okumak isteyenler, PWC-Workforce of the future/ The competing forces shaping 2030 sitesinden ulaşabilirler.

Ben bu raporu neden sevdim, çünkü genelde son 6 aydır yayımlanan (Mart-Eylül 2020) tüm araştırma ve raporlar, genelde hep iş hayatı özelinde çıktı. Bizlere sürekli iş hayatı böyle değişecek, şöyle şekillenecek üzerinden bir şeyler anlatıldı. Ama bu çalışmada, iş hayatıyla birlikte işgücünün yani bizlerin, çalışanların hayatlarının nasıl bir noktaya geleceğine de güzel bir projeksiyon tutuluyor. Faydalanmak isteyenler için, aldığım notlardan ufak bir özet paylaşacağım sizlerle.

O zaman, hadi başlayalım😊

Çalışma şeklimizde köklü bir dönüşüm yaşıyoruz.

Yazının en başında, pandemiden bağımsız, aslında sadece teknolojik değişimlerin etkisi ile bile büyük bir dönüşüm içinde olduğumuz ve değişimin hızının şimdiye kadar hiçbir dönemle kıyaslanamayacak kadar yüksek olduğunun altı çiziliyor.

Bu nedenle de, şirketlerin kurumların bu değişime nasıl ayak uyduracaklarının öneminden ve bununla birlikte, IK özelinde değişen tanımlardan bahsediliyor. Yeteneğin, işin, organizasyonun, çalışma şeklinin, iş gücünün tanımları artık 1 sene öncesi gibi değil ve bunların acilen yeniden tanımlanması gerekiyor. Değişen tanımlarla birlikte, bir diğer değişkense, ihtiyaçlarımız. Kurumların da bundan sonrası için farklı yeteneklere ihtiyaç duyacağının ve bu nedenle de “doğru yetenek kimdir?” sorusunun ilerleyen dönemde gündemleri fazlasıyla meşgul edeceği de başka bir gerçek. Peki tam da bu noktada akla gelen başka bir soru.

Kuruluşlar, çok azımızın tanımlayabileceği bir geleceğe nasıl hazırlanabilir?

Bu soruyla ilgili, elimizde bir büyük X daha duruyor. Belirsizlik.

Dünyanın ekonomik ve pandemi anlamında, ne zaman düze çıkacağını kimse bilmiyor. Düze çıksak bile, iyice daralan ekonomilerin toparlanması da belki aylar, hatta yıllar sürecek. Bunlar yetmezmiş gibi, her geçen gün bilinmezlere yenileri ekleniyor ve VUCA dünya artık hepimizin bireysel hayatlarının da tam ortasında.

Böyle bir sosyo-ekonomik tabloda, kuruluşların neye odaklanacaklarını bilememeleri ve önlerini ekonomik olarak görememeleri çok normal olsa da, bu arkamıza yaslanıp, ortalığın yatışmasını bekleyeceğimiz bir zaman da değil. Bir toz ve gaz bulutuyla oluşmuştu dünya hatırlarsanız, bu sefer ki toz ve gaz bulutu ise, yeni bir dünya şekillendirecek ve biz bir şeylerin farkına vardığımızda çok geç olabilir. İşte bunun olmaması için, hazır olmak zorundayız. Ama nasıl?

Geleceğe hazırlıklı olmak için önce onu anlamalısınız.

Araştırmada, geleceğe hazır olabilmek için öncelikle “Mega trendler”’i iyi anlamak ve etkilerinin ne boyutta olabileceği konusuna daha farkındalıkla bakmak gerektiği öne çıkarılıyor. Bu mega trendleri aslında biz en az 8-10 yıldır konuşuyoruz ama buna rağmen ne kadar farkındayız, çok emin değilim.

Peki nedir bu mega trendler?

Trendler kitleleri etkileyen ve arkasından sürükleyen akımlarken, mega trendler çok daha büyük insan topluluklarını, ülkeleri, devletleri etkileyen ve hayatlarında yıkıcı (her zaman kötü anlamda olmayabilir) ve geri dönülmez değişiklikler yaratan çok boyutlu akımlardır diyebiliriz. Yani trend tek boyutlu ve kısıtlı bir kitleye etkilerken, mega trendler çok boyutlu ve tüm dünyayı etkileyen değişimlerdir diyebiliriz.

Asıl önemli olan ise, önümüzdeki 10 yılda, yani sadece 2020-2030 yılları arasında insanların bu mega trendlerin getirdiği zorluklara ve fırsatlara nasıl tepki vereceği konusu. Çünkü yaşayacağımız hayatları ve dünyayı aslında tamamen bu etki-tepki ilişkisi belirleyecek.

Araştırma 5 mega trend üzerine yoğunlaşıyor. “Şimdi hepsinin üzerinden detaylı geçelim” demek isterdim ama zaten çok uzun yıllardır konuştuğumuz konular olduğu için bunun gerekli olmadığını düşünüyorum. Zaten bir çoğumuz hepsini biliyoruz. Onun yerine kendi çıkarımlarımı paylaşmak daha yerinde olabilir. Çünkü asıl önemli olan, bunların düzgün yönetilmesi için yapılması gerekenlere ve hızlıca hayata geçirilmesi gereken politikalara odaklanmak. Bu yüzden de bu bakış açısının çok daha faydalı olduğuna inanıyorum.

1.Teknolojik Atılımlar:

Teknoloji hayatımızı iyileştirmek ve hayat kalitemizi arttırmak için var. Ama getirdiklerinin başka sorunlara yol açabileceğini olası görüyorum. Yapılması gerekenleri ve teknoloji politikalarını çok doğru kurgulamak gerekiyor.

2.Demografik Değişimler:

Daha uzun yaşayacağız ve tecrübeli (yaşlı kelimesini sevmiyorum😊) nüfusumuz giderek artacak. Bu güzel bir şey ama o tecrübeli insanlarımıza sağlık ve bakım hizmetleri, üzerinde durulması gereken çok önemli bir başlıkken, tecrübeli olup, çalışma hayatının içinde devam eden kişiler için de “özellikle teknik ve dijital konularda kendilerini sürekli geliştirmek” artık çok hayati bir zorunluluk olacak.

Diğer yandan; artık doğurganlığın giderek azalmasına paralel, eskiye oranla çok daha az sayıda olacak genç-üreten-çalışma çağındaki nüfusun önemi, beklentileri ve onlara uygun istihdam politikaları da bugüne göre çok daha kritik noktalarda olabilir. Zira insanlarda yapay zeka işimizi elimizden alacak korkusu giderek hakim duygu olurken, burada da uygun politikalar yine devrede olmalı diye düşünüyorum.

3.Hızlı Kentleşme:

Hadi biraz verilerle konuşalım. 2030’da 4,9 milyar insan şehirlerde yaşayacak. 2050’de ise tüm dünya nüfusunun %72’si şehirlerde olacak. Büyük şehirlerin ve metropollerin zaten misliyle sıkıntısı varken, insanların şehirlerden, özellikle de büyük şehirlerden uzakta tutabilmek adına, farklı uygulamalar ortaya çıkar mı dersiniz?

Köyden kente göç yerine, artık kentten köye göçü konuşur muyuz? Ya da şirketler ve hükümetler, büyük şehirler yerine daha küçük şehirlerde ve kırsalda, köylerde yaşamı ve çalışmayı cazip hale getirecek uygulamalara ve bunu destekleyecek teşvik politikalarına girişirler mi?

Cevabım, neden olmasın😊 Yaşayıp göreceğiz.

4. Küresel Ekonomik Güçte Kaymalar:

Bu çok ayrı bir konu, ekonomik anlamda uzmanlık gerektirir ama özetle şunu söyleyebiliriz. Dünyada ekonomik güç dengeleri gelişmekte olan ülkeler lehine değişme potansiyeli taşıyor. Zira gelişmiş ülkelerin artık uzun yıllardır süre gelen eski ekonomik düzenden ötürü farklı sorunları var (işsizlik, gelir adaletsizliği, sosyal huzursuzluklar, kaynakların adaletsiz dağılımı vb.)  ve görünen o ki daha da olacak. Ama diğer yandan, gelişmekte olan ülkeler, benzer sorunları yaşasalar da, özellikle de genç ve çalışma çağındaki nüfusu fazla olanlar bu konuda diğerlerine göre biraz daha şanslı olacaklar diye düşünebiliriz.

5.Kaynak Kıtlığı ve İklim Değişikliği:

Fosil yakıtların tükenmesi, aşırı hava koşulları, yükselen deniz seviyeleri ve su kıtlığı. Enerji ve suya olan talebin 2030’a kadar sırasıyla %50 ve %40 artacağı tahmin ediliyor.

Bu konuda başka söylenebilecek bir şey var mı? Duşta yarım saat kalırken ya da musluğu diş fırçalarken azıcık bile açık bırakırken, gelecekte çocuklarımızın temiz suya erişiminin ne denli zor olacağını düşünelim.

Bu yazı burada biter, zira hedefim olan 750-800 kelimeyi çoktan geçtim, bir sonraki yazıda kaldığımız yerden devam ederiz. Daha gelecek 10 yılda işgücünün renkli dünyalarını konuşacağız.

Sağlıkla kalın.

Burcu Karaağaç Mutlu

Son Yazılar